30 Mayıs 2016 Pazartesi

yağmurlar susardı yıldırımlarına...

'etlerimi tırnaklarıma intahar eden tüm bu ölümlere mi alışmıştım?

yoksa artık
ces'etlerini acılarımdan mı tanıyordum.
bilmiyorum...

ölümlü bir bedeldi asıl sana dayanamayan,
ces'ar'eti morarmış bedenim değil!

parmaklarındı kanıma mürekkep kondurmayan...

karnıma saplamadığın her bıçak;

etini yara açmayan iltihapların arasından;
sırtımı anılarına yaralayandı.

hep derdin ya susarak;
"sırrını yalanlamadan suçuna asan her tutsak;
sınırını yakalanmadan aşan her kursağın gölgelesine takılır ya;
işte öyle ölür insan insana" diye...

işte
son nefesime bıraktığın tüm bu soğuklar,
nefesini âna çürüten bir soluğun anıları olalı beri;
dudağıma bulaştırdığın her zifire;
fitili damağına yapışmış dumanlar fısıldıyorum.

avazıma takılan mezarlar bile
en leş y'ânımı çürürken ay'az'ına;
en eş yarın olup,
nasıl itebilirdi ki insan kendini senden aşağı?

-sesine sessizliğiyle kazdığı çukurlara düşmemek için.-

ve nedense hep,
leşi benzerimde bulunan;
beti benzinden ağır faillerime,
beni infaz ediyordu zaman.

yine öldüğün,
yeniden kördüğüm,
asıl körlüğün,
aslını gördüğüm,
hep sen oldum...