30 Kasım 2016 Çarşamba

eğlensizlik prensibi 01



üstü kapalı bir kalbin,

mikrop kapmış kaşıntılarında çevrelerken çehremi;

kenarları intihar kırıntılarıyla tıkanmış gözlerine,

yüzüstü bir kaçamağın kasıntı cümlelerini çerçeveliyordum.

sen her gün olduğun gibi sanatsal güzelliğini mahrum bir geçmişe bırakırdın,

bense her gün öldüğüm gibi karamsar bir güvenin yağmurlarını elerdim geriye bıraktığın adın'larından.

hayali kendini asmış bir bedenin,

kurt düşen yarımlarında gülümserdik beraber,

ve atkısız bir kaşkolun,

elma şekeri günlüklerinde ezerdik sözlerimizi,

ezberlediğimiz yabancılardan çok daha sonra dinlendirip,

içindeki yalancı kelimeleri daha iyi içebilmek için.

hep yalancıydık aslında birbirimize,

hep yabancı olduğumuz gibi...

ve hayatın bizden öte bir kelime dahi etmesine katlanamazken,

en çocuk yanımızı verandalara değişir,

gıcırdayan ayaklarımızın yerine atlı karıncaları giyerdik...

hep dönerdik çevremizde, kendi etrafımız nedir bilmeden...

ve bir gün kaçtığımız kaderin cümleleri,

açamadığımız ilaç kutularının dirençli halleri kadar renk değiştirecek yüzlerimizde, biliyorum...

arayamadığımız kendimizin yerine araklayamadığımız düşleri koyup, yine susup...

hiçbir şey söylemeden birbirimizi kendimizin uzağına gömeceğiz...

29 Kasım 2016 Salı

Gündüz Düşlerim 001



alışagelmiş sözcükleri bile etiketleyip,


geçmiş deneyimlerinin anımsayışları içerisinde kullandıkları halde;


kendilerini geçmişin ürünü olan düşüncelerinden


ve bu düşüncelerin koşullanmış sonuçlarından kurtaramayan insanların,


özgürlükten, sevgiden, sevinçten ve mutluluktan bahsettiklerini gördüm.






şimdi;


herhangi bir sözcüğü kullanırken;


o sözcüğün,


-daha önceki izlerin, eskinin koşullanışlarının, bu koşullanmanın ürünü olan anılarının, anılarıyla oluşturdukları ön yargılarının, önceden oluşmuş fikirlerinin, birikmiş deneyimlerinin, bireysel ya da toplumsal etkilerle oluşturulmuş kararlarının, etiketlerinin, imgelerinin,vs etkisinde kalmış-


kendi zihinlerini,


nasıl bir esarete, geçmişe ve koşullanışa hapsettiğini bilmeden;


ânı deneyimlemek, yaşamak, hissetmek yerine;


kendi varlığını şimdide zannedip, eskinin koşullanışlarıyla;


geleceği (yani yeni olan ilişkiyi) tasarlamak için, sürekli şimdiyi (ânı) kullanan bir beyin;


canlı, etkileşimde olan, ve sürekli tazeliğini koruyan "şimdi"yi deneyimleye bilir mi ?


güneşin tazeliğiyle oturduğu bir kayıkçı iskemlesinde, balkırına dans eden denizin farkına varabilir mi ?






demek istediğim hiç bir koşullanış süreci altına girmemiş, sözcüklerle etiketlenmek için geçmişi kullanmayan, canlı etkileşimde ve ânın ilişkisi içerisinde olan, bilinmeyeni bilinenin izleri içerisinde tanımaya çalışmayan, yeniyi eskinin koşullanışlarıyla keşfe çıkmayan, onu eskinin cümleleriyle kurmaya çalışmayan, zihinin anlama içgüdüsünün bir tepkisi olan düşünüş sürecinin esaretinde olmayan bilinçler;


umut ışığı taşıyan bir doğruluğun, iyiliğin, sevginin ve en önemlisi sevincin bir parçası olabilir.


ama bu süreç tam bir kendinin farkında oluş sürecidir.


ama insanların bir çoğu bu süreci özgürlük adı altında kendi özgürsüzlüklerine hapsederler.


her zaman dediğim gibi;


özgürlük -sevgi, iyilik, mutluluk, merhamet, sevinç, adı her "şey" olabilir yeter ki etiketi olmasın- ;


insanın doğumuyla başlar, sonra zamanla etkileşimler halinde kendi içine doğru hapsolur.


sevgiler.









Deniz YILDIZ