21 Ağustos 2013 Çarşamba

meğer zaman; renkleri, kokusundan tanırmış...


. . .   . . .   . . .

. . .

kısacası;
bazen bir koku zamanı bile değiştire bilir.
kalbini dört açıp, gözlüklerini ararsın;
sevdanı bıraktığın yerden...

yine de insanlar;
gözlerinin üstüne basmadan geçmezler.
geçemezler işte...

                                                     ©Deniz YILDIZ

12 Ağustos 2013 Pazartesi

rimellerinden yanaklarım akıyor

günlerden uçurtma!


yine bulutlara bağladığımız renkler gurulduyor.
 

aşk karnına aldığım hiç bir yol ayrımı, (hiç bir) ili(ği)ne isabet etmiyor.
              

asıl hiç başına kaldığın tüm yollar, terkediyor beni bu şehirden.        
aslı her yaşıma çıkan.
aklı çıkmaz sokaklar döküyorum ardına.
ar'a'dı'ğı'nda sol'ma'mak için.
                                
sevdası kuru(ş)muş dikenlerden, kursağıma yapışanlarını ayırıp;
tadımı damağına fısıldadığım dudaklarımla eriyor dilin.
hissediyorum.

bir an,
hecelerim sana yarılanıyor.
en az,
gecelerini bana hecelediğin kadar oluyorum...

sonra yine,
kararsızlığımı elma şekerleri aralıyor.
lezzetimi yakınsızlığımın ayak ucuna bırakıyorum.

kalıyoruz...

çiseleyen yıldırımların bile yıldırmıyor artık karanlıkları.
erkenden sabaha kalkıyor "yarın"lar.
önce geceyi uyandırıp;
diğer yarıma,
-tam zamanında- geç kalmak için söndürüyorum rüyalarımı.

bulutlara damlaların düşüyor.

sonra
ucu kaçmış balonların ilmeğini,
bileğini, hep tersten kesen şemsiyelerime çözüyorsun.

kendiliğinden açılan yağmurlar;
nasılsa yılgınlıklarımızı da içinde barındırır diye,
nasılda ağırlaştırır ertesi zamanları, bilirsin.

y'üzüle y'üzüle ölmek kadardır aslında hayat.
s'üzüle s'üzüle yaşamak kadar olmasada,
yalnızlığı kadar kadavradır insanın idamı.

o yüzden,
biz hep,
cesetlerimize yanlışlığı arattırılan olduk birbirimize...

çimlere basmazdık ya hani,
bilinenin bilmediklerimizdeki aksiydi bizimkisi.
ama yine anlayamayan biz olduk.

ve kapandıkça büyüyen yaralarımız vardı,
oysa ne zaman elimize 'bir demet yasemen' geçse,
önce renklerden başlardık koklamaya.

destesi güftesinden ağır şarkıları avuçlar,
en çok da topladığımız papatlaylardan korkardık.

içimize ç'akan y'oncalığımıza ağlamasaydı şimşekler,
temizleyen biz olmayacaktık k'ânımızı.

yağmurun yağmaladığı gürüldeyişlerimiz,
aktığı kan(l)dırım'lardan hıncını bizle almayacaktı.


şöyle görmediğim bir yere, yanlışlıkla düşmüş olsan şimdi.
sonra hiç beklemediğim bir anda avcuma gelse yalnızlıkların,
seni bulsam.

rimellerinden yanaklarım akmasa...

belki balonları gecelere katlayıp,
kaçan tüm iplerin elma şekerlerini,
uçurtmalara bağlardık.
şemsiyelerimiz gölgesine yağardı.

belki bu sefer;
"biz"lerden gün olurdu zaman...

şimdi son baharlar dökülüyor yüzünden.

kim bilir, kaç insana astın dallarını ?
suratını yokluğuma as(a)madığın kadar.

kılcal seva(p)'t'larını sana törpülüyorum.

dargınlığını teğet geçen gönüllerden,
damara denk gelmesi beklenmez, bilirsin.
bu yüzden,
kalbimin arasına kaçan tüm kurtanelerini ayıklıyorum
kendi'biz'den.

10 Ağustos 2013 Cumartesi

yaşamadan ölsek...

bir sevgi çalsa da, dinlesek şimdi.

dudaklarımıza yapışan ezgileri tokuştursak.
üflemeden içtiğimiz tüm mumlar; bir aşka daha sönse.
kuyruklu yalnızlıklıklarımız dillense...

dillense de;
dışını içine geçirdiğimiz dileklerden gökyüzlerimiz kaysa.

içimizden geçen yıldızları da yanımıza alıp,
sabahı güneşine batan ufuklara bağlasak bileklerimizi.

hesabı ödemeden kalkarsak ikimizden;
(k)ânımızla ödediğimiz ecelleri, terlerimizle boyayabiliriz diye.

karanlığı zifirini aydınlatan renklerden, toplasak yine baharı.

bir sevgi çalsa da, dinlesek şimdi.

ihanetini idamlarımızla intihar eden sarılmalar,
kefe'n'lerini hükmümüze yırtmadan hemen önce.

mırıltılarını (c)ânlarımızla ödeyen kadehler,
borçlarını suskunluğumuza kırdıktan hemen sonra.

bu sefer;
ölümü canlandırmadan,..
cesetlerimizde soğumadan...
yaşamadan ölsek...



                                                                       ©Deniz YILDIZ

7 Ağustos 2013 Çarşamba

kaç "ama" yız ?

işitemeyen suskuların cümlelerini boyamak;
ağzının kenarı kurumuş ezgilerine,

tuvalinden bir parmak bulut bulaştırıp,
ahraz bir kalemi kursağına saplamaya benzer.


boğazından akan mürekkepler bile suçlanır sustuklarından.
hayallerinin ucuna dilin yapışır.

konuşamazsın.

dişlerini omuzlarının arasına kitlediğin yabancılar;
yağmurlarına erteledikleri s'aklını, sen'deleyen gürüldey'işlerinin bozduğu kalpleriyle kaçırır.
kurtaramazsın.

ardından sırtlandığın tüm gölgeler,
ağır ağır birikir omurlarında.

cesetlerinden kurtulmak için,
gırtlağına kadar tütüne boğazladığın tüm renkler;
derin bir nefesle yakıp,
soluklandığın yanıklarını;
yarınlarının üstüne basar.
yaralarının altında kalır düşüncelerin.
kurtulamazsın.

en çok da,
damağından seken yarınlar dökülür yapraklarına.
inceden bir mermi geçer sonra, aklından.
düşlerine düşmesin diye,
düşlediğinin berisine kemirirsin dudaklarını.
başını kaldıramadığın yerden,
nazikçe yırtmaya başlasanda dikişlerini.
yutkunamazsın.

kurusıkı yarımlarını (da) alıp,
sızıntısı -sana bıraktığı- yankılarında kalan birisine;
sızısı -iltihabını akıtamadığın- adımlarına yapışmış güneşlerini batırır,
ısınamazsın.

damarlarını her yeni düne yaslayıp,
saatini zifirine batan bir geceye kursanda;
göz kapaklarına yumduğun rüyalarını,
uykusu kaçmıç vakitlerde arar;
hatıralarını terkeden anıların kaçamaklarını,
kaybettiğin ânların altında tartaklamadan
duramazsın...

yine de mikrop kapmasın diye yerini hecelere bırakır zaman.

şaşı baktığımız başkalarımız,
şaşırıp kaldığımız aşklarımıza bırakır körlüklerimizi.
gözlerimizi, kalbiyle düzelten doğum lekelerimiz kalır geriye.
yinede yazamayız.
yaz(ar) ama (kaç'ama)'yız....



                                                                       ©Deniz YILDIZ