14 Aralık 2016 Çarşamba

eğlensizlik prensibi 002



gayrıresmi bir ezginin

sol anahtarı üzerine kabuk ‘ağlamıştı

yaralarımızı döktüğümüz çerçeveler...



ve kendi duvarımın resmine astığın yalın ıslıkların,

ayaklarımın altından dökülüp giden kum taneleri yerine bıraktığı;

vurdumduymaz bir zamanı izliyordum gözlerinde...



tozlanmış hayallerini ânıma resmetmek,

bir kum saatinin bozuk yelkovanına çaktığı takma isimler kadar verandalı bir sabaha bastıkça,

avazı çıktığı kadar çatırdayan göğüs kafesimin suskunluğuydu benim için...



geçerli bir kaç harf seçip,

geçersiz belleklerini ayıklıyordum kalbimden...



kaç gecedir ki gölgeme hapsettiğim,

bana senden daha adaş gerçekliğinin yongasıyım...



nem tutmuş yanlarıma çürüyüp,

dem tutmuş yaşlarıma ürküyordum...



ve resmettiğin onca sanatsallığın arkasından tükettiğim şarkıların içinde;

bestesi güftesinden ağır ince belli notaları resimsiyorum eşgallerime...



ellerinde öldürürken sol yanımı,

resmiyetsiz bir gardiyanı diriltiyordun sigarımın kederinde,

ve ciddiyetsiz bir kalple uzağına gömdüğün duvarlar ardına sığınıyordum,

kendimi ulu orta bırakıp yine kendimden kaçıyordum...



ellerinin arasında tutamadığın bir külün rüzgara yenikliği ne zordur bilirsin...



yarına çalan zillerin ardından belki dünlere kurusıkı bir kaç harf bezendirebildiğim düğümler,

dilimde yeni çözümlenmişken;

kim ki yanlış bir adımdan öte kendi bilmediği yapraklarının en dökülmüş baharlarında kurutacak kendini yelkenlerine...



ve biz öylece durup sadece kendimize kanacağız...



her şeyimizle seveceğiz dünyayı...



kimse bilmeden...

kimse görmeden...



öldüreceğiz kendimizin şakağını en derin eşgallerimizde...





(not : anlatım bozuklukları bilerek konulmuştur)

1 yorum: